25 Ağustos 2010 Çarşamba

Atalay Demirci - Biz İnsanoğluyuz









Biz İnsanoğluyuz

Ne istedigimizi bilmeyiz çoğu zaman

Babanın tabutunu tasırken anlarız kıymetini

Sevgiliyi elden gidene kadar sevemeyiz

Mutluluk dibimizdedir kör olur göremeyiz.

Biz insanogluyuz!

Rüyaya dosttan daha fazla inanırız.

Bardak kırar gibi kalp kırar ,

Dogruluk gün gibi ortadayken

Yalanı arar bulmak için, kıvranırız.

Biz insanogluyuz!

Gerçekten seveni neredeyse döveriz.

Eger kaçarsa nefret eden mutlaka yetisiriz,

Derdi varsa birinin en uzagından gider,

Iyi gününde ondan daha fazla güleriz.

Biz insanogluyuz.

Anayı ölümüne yakın hatırlarız.

Paraya her seyden daha fazla asıgız.

Ümitlerimiz daha yesermeden koparır,

Sevgimizi gösteremez, herkesten sakınırız.

Biz insanogluyuz!

Kötünün niyetini iyinin sefkatini,

Ecel kapıyı çalana kadar anlayamayız .

Yardımı her seyden çok bekler

Küfrü agızdan asla atmayız.

Biz insanogluyuz!

Rahatlıgın en yücesi hep hayalimiz.

Darlıktan ders almak en zor isimiz.

Burnumuz kanasa isyan eder,

Kuru ekmek zeytine sükredemeyiz.

ÇÜNKÜ BIZ INSANOGLUYUZ!...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Halil Çalışkan - Neden Evet Diyoruz?



Bakma sustuğumuza

Evet diyoruz. Ömrümüzü çalanlarla hesaplaşmaya…

Ne kadar geç kalmış olsak da

Şimdi birlik olup omuz omuza; Evet diyoruz…

Cahildik

Ama artık bir bildiğimiz var

İnanmak yok vatan soslu yalanlarına

Türk’tük

Yılanlar besledik koynumuzda

Alnımıza kara çalıp bir gece

Rezil ettiler bizi dünyaya

Anne babaydık

Evlat acısından kurudu gözyaşımız

Ağıtlarımız kaldı mapus duvarlarında

Küçüktük

Yaşımızı büyütüp astılar bizi

Kanımızı sürdüler alınlarına

Solcuyduk

Özgürlük ve barış için kalkmıştı ellerimiz

Kolumuzu kırdılar

Sağcıydık

Anamız biliyorduk biz bu vatanı

Anamızı ağlattılar

Kürt’tük

Dilimizi koparıp dağa sürdüler bizi

Dindardık

İbadetten başka yoktu bir muradımız

Günahımızı aldılar

İşçiydik, çaldılar emeğimizi

Memurduk

İnsanlık öldürüldü, bizi şahit yazdılar…

Zayıftık

Onlar ne dese doğru, biz hep yalancı

Vatan yalnız onların, biz hep yabancı

Figürandık biz bu oyunda

Zalimler yazdı, hainler oynadılar

Sırtımızda dost hançeri, ellerimiz kardeş kanı

Bizi kendi namlumuzla vurdular

Biz millettik

Onların ne oldukları muamma

Hâkimiyeti bize çok görüp

Yasa diye kanımızla ferman yazdılar

Ve bitmedi bir türlü saltanatları

Adamları, kurumları, çeteleri var

Ne vakit şahlanacak olsak

Ağzımıza gem vuruyorlar

Şimdi zincirlerden kurtulmanın vaktidir

Ne çok öfkelendiysek

Bizi silah gölgesinde susturup

Bıçak sırtında uyutanlara

Şimdi o kadar çok haykırıyoruz

Bakma sustuğumuza…

Ne kadar sesimiz varsa;

Evet diyoruz…

Necip Fazıl Kısakürek - Zindandan Mehmed'e Mektup


Zindan iki hece. Mehmed'im lafta!

Baba katiliyle baban bir safta!

Bir de geri adam, boynunda yafta...

Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!

Kavuşmak mı?.. Belki... Daha ölmedim!



Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,

Kırmızı tuğlalar altı köşeli.

Bu yol da tutuktur hapse düşeli...

Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak

Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!



Bir alem ki, gökler boru içinde.

Akıl, olmazların zoru içinde

Üstüste sorular soru içinde.

Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?

Buradan insan mı çıkar, tabut mu?



Bir idamlık Ali vardı, asıldı;

Kaydını düştüler, mühür basıldı.

Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı

Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;

Bahçeye diktiği üç beş karanfil...



Müdür bey dert dinler, bugün "maruzat"!

Çatık kaş... Hükümet dedikleri zat...

Beni Allah tutmuş kim eder azat?

Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...

Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem!



Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil

Sayım var, maltada hizaya dizil!

Tek yekün içinde yazıl ve çizil!

İnsanlar zindanda birer kemmiyet;

Urbalarla kemik, mintanlarla et.



Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat;

Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...

Yalnız seccademin yönünde şefkat

Beni kimsecikler okşamaz madem

Öp beni alnımdan, sen öp seccadem!



Çaycı getir ilaç kokulu çaydan!

Dakika düşelim, senelik paydan!

Zindanda dakika farksızdır aydan

Karıştır çayını zaman erisin

Köpük köpük, duman duman erisin!



Peykeler, duvara mıhlı peykeler

Duvarda, başlardan yağlı lekeler

Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...

Duvar, katil duvar yolumu biçtin

Kanla dolu sünger... Beynimi içtin



Sükut... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar

Tek nokta seçemez dünyadan nazar

Yerinde mi acep, ölü ve mezar?

Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?

Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?



Ses demir, su demir ve ekmek demir...

İstersen demirde muhali kemir.

Ne gelir ki elden, kader bu, emir...

Garip pencerecik, küçük daracık;

Dünyaya kapalı, Allah'a açık



Dua, dua, eller karıncalanmış;

Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış

Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış

Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu

İplik ki incecik, örer boşluğu



Ana rahmi zahir, şu bizim koğuş

Karanlığında nur, yeniden doğuş...

Sesler duymaktayım; Davran ve boğuş!

Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!

Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!



Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!

Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Rıza Tevfik Bölükbaşı - Sultan Abdülhamid Han'ın Ruhaniyetinden İstimdat !..




Nerdesin şevketlim, sultan hamid han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?

Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,

Şu nankör milletin bak günâhına.



Tahkire yeltenen tac-ü tahtını,

Denedi bu millet kara bahtını;

Sınad-ı sillenin nerm ve sahtını,

Rahmet et sultanım suz-i âhına.



Târihler ismini andığı zaman,

Sana hak verecek, ey koca sultan;

Bizdik utanmadan iftira atan,

Asrın en siyâsî padişâhına.



"Pâdişah hem zâlim, hem deli' dedik,

İhtilâle kıyam etmeli dedik;

Şeytan ne dediyse, biz 'belî' dedik;

Çalıştık fitnenin intibahına.



Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,

Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.

Sade deli değil, edepsizmişiz.

Tükürdük atalar kıblegâhına.



Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,

Bir sürü türedi, girdi meydana.

Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?

Yuh olsun bunların ham ervâhına!



Bunlar halkı didik didik ettiler,

Katliâma kadar sürüp gittiler.

Saçak öpmeyenler, secde ettiler.

Bir asi zabitin pis külâhına.



Bugün varsa yoksa ..............,

Şöhretinde herkes fuzuli dellal;

Âlem-i mânâ'dan bak da ibret al,

Uğursuz taliin şu gümrâhına.



Haddi yok, açlıkla derde girenin,

Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.

Lânetle anılan cebâbirenin

Bu, rahmet okuttu en küstâhına.



Çok kişiye şimdi vatan mezardır,

Herkesin belâdan nasîbi vardır,

Selâmetle eren pek bahtiyardır,

Bu şeb-i yeldânın şen sabahına.



Milliyet dâvâsı fıska büründü,

Ridâ-yı diyânet yerde süründü,

Türkün ruhu zorla âsi göründü,

Hem peygamberine, hem Allâh'ına.



Sen hafiyelerle dem sürdün ancak,

Bunlar her tarafa kurdu salıncak;

Eli,yüzü kanlı bir sürü alçak,

Kemend attı dehrin mihr-u mahına.



Bu itler nedense bana salmadı,

Bahalıydı başım kimse almadı,

Seyrandan başkaca iş de kalmadı;

Gurbet ellerinin bu seyyahına.



Hoş oldu cilvesi Cumhuriyetin,

Tadı kalmamıştı Meşrutiyetin,

Deccal'a dil çalan böyle milletin,

Bundan başka çare yok ıslahına.



Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin

Âhiretten bile himmet eylersin,

Çok çekti şu millet murada ersin

Şefâat kıl şâhım mededhâhına.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

İbrahim Sadri - Eğer Bir Gün Peygamber Efendimiz Ziyaretimize Gelse…


Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretimize gelse,


Yalnızca birkaç günlüğüne aniden çalsa kapımızı…

Merak ediyorum neler yapacağımızı...



***



Biliyorum ama…

Böylesine şerefli bir konuğa açacağımızı en güzel odamızı,

Ona sunacağımız yemeklerin en iyisi olacağını,

Ve inandırmaya çalışacağımızı,

Onu evimizde görüyor olmaktan mutluluk duyduğumuzu;

Gerçekten evimizde ona hizmet etmekten alacağımız hazzı.

***

Fakat söyleyin bana,

Efendimizi evimize doğru gelirken gördüğümüzde,

Onu kapıda karşılayacak mıyız?

Yoksa onu içeri davet etmeden önce,



o sabah aldığımız gazete ve dergileri toplayacak mıyız aceleyle?

Onların yerine dini kitapları serpiştirecek miyiz telaşla?

Peki açık bırakacak mıyız pembe dizi oynayan televizyonumuzu?

Yoksa kapatmaya mi koşacağız aceleyle,

O bize darılmadan önce?

***

Kim bilir?

Belki de ağzımızdan hiç çıkmamış olmasını dilerdik,

gün içinde ediverdiğimiz bir sürü yalan ve hakaretin...

***

Peki ya cd’lerimizi, hızlı müziklerimizi, yeni çıkan starların son albümlerini de gizleyecek miyiz aceleyle?

Ve bunların yerine, tozlu raflarımızdan

kitaplar mı koyacağız özenle?



***

Peki hemen evimize girmesine izin verecek miyiz?

Yoksa, ne olur bir dakika diyerek kapıda,



hangisini kaldırayım, neyi gizleyeyim telaşıyla



koşturacak mıyız evimizin içinde?



***





Merak ediyorum:

Eğer Peygamber Efendimiz,

bir kaç günlüğüne bizimle birlikte yaşasa,

Yapmaya devam edecek miyiz,

Her zaman yaptığımız şeyleri?

Ailemizdeki sohbetler eski halini koruyacak mı?

Her yemekten sonra sofra duası etmeyi,

Yine zor mu bulacağız?

Hiç yüzümüzü asmadan,

Oflayıp puflamadan,

Her vakit namazımızı kılacak mıyız?

Ya sabah namazı için,

Sıcacık yatağımızdan,

Erkenden kalkacak mıyız?

***

Peki ya yine mırıldanacak mıyız,

Her zaman söylediğimiz şarkıları?

Ve okuyacak mıyız,

Her zaman okuduğumuz kitapları?

Peki bilmesine izin verecek miyiz,

Aklımızın ve ruhumuzun beslendiği şeyleri?

Yoksa hiç bilmemesini mi isteriz?

***

Şöyle diyelim yada:

Gideceğimiz her yere götüre bilecek miyiz Peygamberi de?

Yoksa birkaç günlüğüne değişecek mi planlarınız?

Tanıştırmaktan onur duyacak mıyız en yakın arkadaşımızı onunla?

Yoksa hiç karsılaşmamalarını mı umarız,

Peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle?

***

Simdi söyleyin açık yüreklilikle,

Onun kalmasını ister miyiz bizimle?

Sonsuza dek, hep birlikte...

Yoksa rahat bir nefes mi alacağız,

Ziyareti bitip gittiğinde?



Gerçekten bilmek ilgi çekici



olabilir değil mi,

bilmek ve düşünmek?

Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretimize gelse

Yapacağımız şeyleri...

***

Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretimize gelse,

Yalnızca birkaç günlüğüne aniden çalsa kapımızı,

Merak ediyorum neler yapacağımızı…

15 Ağustos 2010 Pazar

Uğur Arslan - Sen ve Ben





Herkes dört gözle tatili beklerdi
bense okulların açılmasını
çünkü seni görmek vardı koridorlarda
ve bana güleceğin günü beklemek.

ben okul bahçesindeki ağaca, başharflerimizi
sen gönlüme sevdanın adını yazmıştın
ben sırama isimlerimizi
sen kalbime ilk aşkı yazmıştın.

senden sonra sana yazdığım şiirlerden
haberin bile yok
ve yağmur yüzüme vuruyor
ve soğuk.

okuldan sonra
her dolma kalem, her lacivert kravat
her beyaz gömlek ve yakalık
ve her 12 aralık
sen gelirsin aklıma
çocukluk işte, belki de ilk Aşk
belki de ilk delilik.

seversin demiştin ya hani bundan sonra da
inan ki o kadar kimseyi sevemedim
ve o iki kelimeyi senden sonra kimseye
ama kimseye söyleyemedim.

belki hiç olmadın benim için
belki de azdın
ama olsun
ben hep sana şiirler yazdım.

ceketimi ve kravatımı saklıyorum hala
birinin üzerinde tebeşir
birinin üzerinde ayran lekesi
ve Seni Seviyorum Hala
elmayı da, havayı da, suyu da

ve bilmeni istemiyorum hala
sana şiirler yazdığımı
ve bilmeni istemiyorum bütün bunları
çünkü herşey böyleyken güzel
en dokunulmamış, en yaşanmamış
ve en tadılmamış haliyle.

bir sahilde elele dolaşılmamış
ve bir kafede çay içilmemiş haliyle
herşey
böyleyken güzel belki de

ama sen gönlüme sevdanın adını yazmıştın
ben aşkına tutulmuş bir deli candım
sen gönlüme sevdanın adını yazdın
ben aşkına tutulmuş seni ararım.
Seni Seviyorum...

6 Ağustos 2010 Cuma

Abdurrahim Karakoç - Benzettiler


Yeni bir afyondur yenen her lokma

Biber avrupalı, tuz avrupalı.

Gülücükler sahte kirpikler takma

Dudak Avrupalı, göz Avrupalı.



Bebeklikte benliğini yitiren

Tepe tepe tepemizde oturan

Bizi çıkmazlara alıp götüren

Ayak Avrupalı, iz avrupalı.



Birisi diskoda içer kıvırır

Birisi kulüpte konken çevirir

Yapmasını bilmez ki yıkar devirir

Ana avrupalı, kız avrupalı.



Kalıba uydurdu uyduklarımız

Yazmakla bitmez ki duyduklarımız

Paris modasıdır giydiklerimiz

Astar avrupalı, yüz avrupalı



En mahrem yerlerin kalktı örtüsü

Beş santim tırnaktır ellerin süsü

Bütün bunlar medenilik ölçüsü

Cilve avrupalı, naz avrupalı



İster sarı deyin isterse ırsi,

Büyük revaç buldu makbulün tersi

Duyduğumuz "okey, adiyös, mersi"

Ağız avrupalı, söz avrupalı



Her gün karşımıza on zıpır çıkar

Bağırır, çağırır, devirir yıkar

Dinler kulağımız gözümüz bakar

Şarkı avrupalı, saz avrupalı.



Başımız ayıkmaz binlerce halttan

Örf, adet gemimiz delindi alttan

Analar Muğla'dan, Van'dan, Tokat'tan

Bebek avrupalı, bez avrupalı



Sahnede ekranda hıyar dinleriz

Deliye, densize uyar dinleriz

Saçma çığlıkları duyar dinleriz

Şarkı avrupalı, saz avrupalı



Herkes soyunuyor açılmıyor ki

Sokakta boynuzdan geçilmiyor ki

Müslüman gavurdan seçilmiyor ki

Şekil avrupalı, poz avrupalı



Türklük bu mu desem bu diyecekler

Şampanyayı sorsam su diyecekler

Bir gün kökümüze hu diyecekler

Kabuk avrupalı, öz avrupalı.